Anadolu'nun bağrından çıkmış, okuma alışkanlığı olan ve Türkiye'nin geleceğine dair sözü olan hemen hemen herkesin yolu bir şekilde Necip Fazıl'a düşmüştür. Şiirden tiyatroya, hatıradan senaryoya, denemelerden biyoğrafiye kadar bir çok türde eser veren Necip Fazıl'ın aslında en önemli eseri yıkılmış, bunalmış, psikolojik travmalar yaşayan Anadolu gençliğine özgüven ve heyecan vermesidir. Sezai Karakoç'un deyimiyle "diriliş" Anadolu gençlerinin içinde Necip Fazıl'la başlamıştır. O bu toprakların boynu bükülmüş asıl sahiplerinin diri ve gür sesi olmuştur yaşadığı dönemde. Susmamış ve susturulmamış bir adamdır. Kendi deyimiyle "dava" adamıdır. Büyük Doğu dergisi, dergi olmaktan öte bir ocak, bir mektep, bir bolca filizlenen fidanlık olmuştur. Necip Fazıl yazarlığının dışında fikir ve hareketleriyle "yaban" bırakılmış, yetiştirilmemiş gençlerin öğertmeni, önderi olmuştur.
Yukarıda Necip Fazıl'la değinirken Üstad'ı akademik olarak incelemek gibi bir düşüncemiz yok. Üstad'ı tanımam sahafçı dükkanında oldu. Daha önce duyduğum ama kimdir, necidir bilmediğim biriydi. Amcam ve arkadaşları her Üstad'dan bahsettiklerinde ona gösterdikleri saygıdan bende Necip Fazıl'ın saygıyı hak eden bir adam olduğunu hissederdim. Sahafçı dükkanın bir rafı Necip Fazıl'ın kitapları ile doluydu. Birkaç defa okumaya çalışmıştım fakat beni aşmıştı o zamanlar ya da kitaplarının içerisinde ağır olanları elime almıştım. Amcamın sahafçı dükkanında kurulan arkadaş meclislerinde adı sürekli geçerdi Üstad'ın kitapları değerlendirilir, üzerine konuşulurdu. 88-90 yıllarıydı bu yıllar hatırladığım kadarı ile. Amcamın masasının çekmecesinde kendine ait özel kitaplarının arasında "İdeolocya Örgüsü,Çile çevirisini yaptığı Reşahat vs" kitapları dururdu. Büyük Doğu geleneğinden beslenmiş bir adamdı amcam. Gençliğinde Üstad'ın mitinglerine katılmış, bir fiil Büyük Doğu geleneğinin içerisinde bulunmuştu. Amcam ve arkadaşlarının sohbetleri, amcamın Necip Fazıl'a olan ilgisi zamanla bendede bir merak duygusu oluşturdu. Elime okumam için verdiği Üstad'ın ilk kitabı "Çöle İnan Nur"du Peygamber Efendimizin hayatını anlatıyordu kitap ama farklı ve güzel bir dille. Hoşuma gitmişti bu kitabı birkaç daha okudum farklı zamalarda. Arkasından "O ve Ben, Cinnet Mustatili (Yılanlı Kuyudan), Babıali, Ulu Hakan 2. Abdülhamit Han,Moskof, At'a Senfoni, Vahdettin…vs" bunları okurkende "Çile" kitabını bende elimden düşürmemeye başladım. İlk ezberlediğim şiirleri "Kaldırımlar, Sakarya Türküsü"ydü. Necip Fazıl'dan o yaşlarda etkilenmiş ve şiir yazmaya başlamıştım. Çocukça ve basit şiirlerdi ama Üstad'ı bilmeden taklit ve etkilenmelerim kendini gösterirdi bu şiirlerimde.
Birkaç yıl içerisinde Necip Fazıl'ın elime geçen tüm kitaplarını okumuştum. Bir kısmını rahat anlıyordum o zamanlar bir kısmında ise önemli şeyler anlatıldığını anlıyordum ama kitabın içine giremediğim zamanlarımda oluyordu.
Bügünlerde Osmanlıca tartışmalarını görmekteyiz. Osmanlıca'nın alfabe olmaktan öte bir medeniyet, tasavvuf, düşünce ve zerafet dilini göstermenin ve öğretmenin en güzel yollarından biri Necip Fazıl'ın eserleridir. Eskiden ortaokul öğrencileri okuyabilirken Necip Fazıl'ı şimdilerde üniversite öğrencileri bile anlamaz oldu. Buda nerden nereye geldiğimizin göstergesi sanırım.
Sahafçı dükkanında, çizgi romanların, foto romanların, dergilerin, tarihi, macera her tür romanın içinde Necip Fazıl'ı amcamın sayesinde fark etmiştim.
Sahafçı dükkanında her gün ayrı bir heyecan, her gün farklı kitaplara giden yolculuklar taşırdı. Okulun kasvetli havasından, derinliği olmayan hocalardan, kuru ve sığ ders kitaplarından kaçtığım bir mektep, bir limandı benim için. Dağınık kitap yığınlarını tekrar tekrar dağıtıp tekrar tekrar düzelmek en zevk aldığım işlerdendi, kitaplara dokunurken incitmemeye çalışmak ve o kitabın kaç ele dokunduğunu, kaç uykusuz geceleri gördüğünü düşünmek o yaşta hayal dünyamı bir çiçeğin açması gibi açan düşüncelerdi. Hiçbir iletişim aracının olmadığı, bazen saatlerce insanların uğramadığı dükkanda kendinle baş başa kalmak, saatlerce kitap okumak, kitapları karıştırmak en güzel uğraşımdı.
Bir cumartesiydi yine mevsimlerden yazdı. Dükkana gelen giden azalmış, sahafçı dükkanı yalnızlığına bürünmüştü. O hafta amcamdan haftalığımı alamamıştım. Amcam pratik ani çözümler üreten bir adamdı. Elime kitapları tutuşturdu ve Maraş'ın Ulu Camisi önüne ser sat dedi. Önce çok utandım, yapamam diye düşündüm. Sonra kitapları serdim birkaç tane sattım o gün ve bir şey öğrendim orada kendi kabuğumdan çıktım. Orada cami önüne serdiğim kitaplar ve ben vardım o an. O günden sonra hiç utanmadım. İnsanların gözlerine bakarak en ufak yaptığım işten bile gurur duydum. Amcam üniversiteyi bitirip sahafçılık yapmasına rağmen her zaman başı dik olmuştu. O gün ondan bunu öğrendim. O günden sonra çok defa kitap serdim bazen sattım, bazen satamadım bazen de insanlar sadece kitapları karıştırdı.